Ömer Faruk Tekbilek’in müzikle ilk tanışması tabiat olaylarında. Kalbinde hissettiği yağmur damlalarında. Gerçek uyanışı ise Amerika’ya gidip işçi olarak çalışırken fabrikada duyduğu ütü sesinde. Sonrası mı? Ney’e 8. Delik açmak ve uluslararası alanda isim yapmak.
Adana’dan Amerika’ya uzanan bir hayat hikayesi. O gelenekçi, aynı zamanda da yenilikçi. Yani geçmişi ve tecrübeleri dikkate alıp üzerine bir şey koyanlardan. “Ney” dediğinizde ünü okyanus ötesine kadar giden ve hayatını orada devam ettiren müthiş bir sanatkar. Gelin hep birlikte “NEY” diyelim ve onun hikayesini kendisinden dinleyelim.
Müzikle nasıl tanıştınız?
Adana’da bizim evimizden iki sokak ötede çay bahçesi vardı. Buraya her yaz İstanbul’dan müzisyenler gelirdi. Ben 7, büyük ağabeyim de 11 yaşlarındaydık. Sahne arkasında müzisyenleri seyrederdik. Büyük ağabeyim hem kaval hem saz çalardı. Bende ağabeyimden feyiz aldım.
Neler yaptınız?
Örneğin ben kavalı iki ay üfleyemedim. Öğrenmek isteyenlere ‘kötünün en iyi örneği benim’ diyerek örnek veriyorum. İki ay bıkmadım, çalıştım. Bir yeri var, orayı bulduğun zaman devamı geliyor.
Önce İstanbul’a ardından genç yaşımda Amerika’ya gittim. 17 sene bir fabrikada ütücülük yaptım. ‘Müzisyen olmuşum, ben buraya fabrikalarda çalışmaya mı geldim’ diye düşünüp dururdum. Bir gün büyük bir makinede ütü yapıyordum. Açmak için makinenin düğmesine bastım zaman çok acayip bir ses geldi. Tüylerim diken diken oldu. Ben bu sesi bu zamana kadar nasıl fark etmedim dedim. Bu benim için bir mucizeydi. Zihnim başka yerde olduğu için duymuyordum. Ama artık kendimdeydim. Zihnim ayaklarımın olduğu yerdeydi. Sufilikte budur. Sufi, zihni ve 2 ayağı yerde olandır.
Size göre bu işin sırrı ne?
Birçoğumuz hayali dünyadayız. Ne zaman ki zihnin boş, o an kendindesin. İşte o zaman etraftan titreşimler, yansımalar geliyor. Titreşim geldiği zaman onu analiz etmemek, hemen kalbe yollamak, hemen hisse yollamak gerekir. İşte o makinenin sesini duyduğum zaman fark ettim ki orada çok büyük bir orkestra vardı. O zaman mutluluktan ağladım. Vücudum benim enstrümanım.
‘Müzik’ için ne dersiniz?
Müzik bütün sanatları kapsamaktadır. Hem resim, hem mimari var. Renk olarak maddi olarak görünen her şey titreşim içerisindedir. Bu titreşimler belirli bir renk oluyorlar, koku oluyorlar, ses oluyorlar. Bu yüzden müzik, titreşimin ilmi ve sanatıdır. Müzikle birlikte iki elimizi birden çalıştırıyoruz. Aslında ikiyi bir ediyoruz. Örneğin ressam tek eliyle çalışır. İnsan ne yaparsa yapsın tek eliyle çalışır. Tasavvufun da en önemli sırlarından biri budur. İki göz bir görür. İşte o zaman yeni bir çocuk olarak doğdum. Yeni bir hayatta yeniden doğdum.
Eserler için özel çalışma var mı?
Yok, kendiliğinden geliyor. Hiçbirimiz beste yapmıyoruz. Çünkü kâinatta müzik titriyor zaten. Biz birer radyo istasyonuyuz. Her radyo istasyonu birbirinden değişiktir. Bu farklılık insanın kendini yetiştirmesiyle oluyor. Sen hangi meslekte olursan ol kendini geliştirirsen bunun devamı da gelir. Geliştirmek, insanın akıllı bir insan olarak geleneğe saygı duymasıdır. Çünkü gelenek bizim için çok önemlidir. Neden önemlidir? Çünkü geçmişte de insanlar bizim gibi denemişler. Bu yüzden gelenekten %90 faydalanmak gerekiyor. Çünkü o insanlar da bizim geçtiğimiz yollardan geçmişler. Neden %100 demedik? Mesela benim Ney’e sekizinci deliği açmam gibi bir şey bu. Gelenek bir yere kadardır. Sen korkmadan onun üstüne bir şeyler koyabilmelisin.
MÜZİK TABİATTA
Adana’da annem çamaşır için yağmur sularını leğende biriktirirdi. Ben camın önüne gidip o çıkan sesi dinlerdim. O sese bayılırdım. Ayrıca bağ evimizin damı alüminyumdandı. Burada da yağmur yağdığı zaman çok güzel ses çıkardı.